Merak edenler için hala hayattayım ama aylardır rejim yaptığım yok :( İşler epey yoğun, o nedenle buraya hiç vakit ayıramadım.
Yılbaşından sonra tam gaz geri dönüyorum rejime. İlk hedef 20 kg daha vermek.
Bekleyin beniiiiiiii :)
ZAYIFLAMA GÜNLÜĞÜM
Yapılan En Önemli Hatalar: Bir Defada Kilo Vermeyi Amaçlamayan Diyet Uygulamak
Hayatımıza başlarken doğumsal olarak 2 çeşit yağ hücresi ile doğmaktayız. Bu yağ hücreleri belirli zamanlarda artış göstermektedir. Birey kendini düşünecek olursa doğduktan sonra anne sütünden ek besine geçtiği dönemde...Hayatımıza başlarken doğumsal olarak 2 çeşit yağ hücresi ile doğmaktayız. Bu yağ hücreleri belirli zamanlarda artış göstermektedir. Birey kendini düşünecek olursa doğduktan sonra anne sütünden ek besine geçtiği dönemde yeni besinlere başlama ve kilo alma ile yağ hücresi sayısı artmaktadır. Çünkü gelişen organizma için kilo almak ve boy uzaması en önemli sağlık kriteridir. Büyüyen organizma 5-7 yaşlarında da yağ hücrelerinde artışa neden olur. Bu dönem ise bireyin ilk okullar ile tanıştığı dönemdir. İşte hayatın bu ilk yedi yılında eğer hızlı kilo artışı olursa şanslı olan vücudumuzun metabolik düzenini bozmuş oluyoruz ve hayatın diğer dönemlerinde kilo problemi ile uğraşmak durumunda kalıyoruz. Bu okul dönemini izleyen ilk ergenlik döneminde vücudun erişkin döneme geçerken ki kas ve yağ dokusunun yapılanmasına bağlı olarak bir kere daha vücutta yağ sentezi oluşur ve erişkin dönemde bizim kilo durumumuzu belirleyen yağ hücresi sayısına ulaşır. İşte buradan sonra kilo kontrolü oldukça önem kazanmaktadır. Çünkü hiçbir zaman kilo verme ile oluşan ve bu olgunluğa erişen yağ hücrelerinin sayısı değişmemektedir. Sadece yağ hücresinin oluşan hacmi küçülür ve böylece kilo verilebilmektedir. Kilo verecek bir bireyi düşünelim. Belirli bir kiloda ve diyete başlıyor. Belirli bir süreç içerisinde istenilen kiloya geliyor. Burada kişinin diyete başlamadan önce yağ hücresi sayısı kaç ise hedef kilosuna geldikten sonra da yağ hücresi değişmiyor. Sadece büyümüş olan yağ hücresinin hacmi yani yoğunluğu küçülüyor. Eğer bu birey her ne neden olursa olsun yeniden kilo aldığında vücut çok önemli bir mekanizma ile hem yağ hücresinin kilo almaya bağlı hacmini arttırıyor hem de yeni yağ hücreleri de sentezleyerek bireyin vücudunun genişlemesine, daha fazla yağlanmasına ve daha hızlı kilo almasına neden oluyor. Ve bu birey yeniden kilo vermek isterse yeni yapılanmış ve kazanılmış yağ hücreleri üzerinden daha zorlu yeni bir diyet sürecine başlayıp iyi kilo verebilmesi için hem daha uzun bir süreye hem de daha zorlu bir döneme başlamış oluyor. Bu nedenle bireyler hayatlarında bir defa da kilo problemlerini çözecek bir beslenme sistemi ile kilo vermeli, yaşam boyunca kilolarını koruyacak şekilde beslenme düzenlerine devam etmelidirler. Dünyada tüm bireylerde bu durum benzerdir. Ve kilo verme tedavilerinin bireylerin kafalarını karıştırmasının ve farklı diyet tedavilerinin çıkmasının altında yatan neden de budur. Bireylerin kilo alma durumundaki psikolojik duygu durumlarından yararlanarak, sürekli onları diyete iten bir sistem içerisinde olmalarını sağlamak. Bu nedenle kilo verecek kişiler yaşam boyu kilo korumayı sağlayacak bir beslenme sistemini iyi seçmeli, kilo verirken çok hızlı olmayan yöntemleri tercih etmeli, düzenli yapabileceği fiziksel aktiviteyi seçip kilo korumada sürekliliği sağlamalı ve mutlaka olumsuz yeme davranışı durumlarını ortadan kaldıracak bir siteme entegre olmalıdır.
Bir Bilgi: İnsanın gen haritasında yaklaşık 30.000 kadar gen ve 3.2 milyar nükleotid baz çifti bulunmaktadır. Dünyadaki her bireyde aşağı yukarı bu miktar aynıdır. Ve kadın erkek fark etmeksizin bu gen dizilimi % 99.9’luk kısmı benzerdir. Sadece % 0.1’lik farklılık bizlerin birbirimizden ayrışmasını sağlamaktadır. Bizlerin arasındaki bu genetik kod farklılıkları bizlerin hastalıklara karşı dirençli veya kolay yakalanabilir olmamıza neden olabilmektedir. İşte bu nedenle bireyler birbirlerinden farklı olarak ilaç ve diyete farklı olarak yanıt verirler. Oysa bugüne kadar duyduğunuz beslenme önerileri hep topluma yönelik olduğundan bireyler hep benzer diyetleri uygulayarak hep hüsran olan sonuçlar almışlardır. Yani bazıları hiç kilo verememiş, bazıları hiç kırmızı et yemezken kolesterollerini düşürememiş ya da bazıları tuzlu yese bile tansiyonları çıkmamış gibi… İşte genetik farklılıklarımız bizim beslenmemizde de değişik olarak kişiselleştirilme olmasını işaret ediyor. Farklılıklarımızı iyi bilerek beslenmek en doğrusudur.
Araştırmalar vücutta iki farklı renkte (kahverengi ve beyaz) yağ depolandığını gösteriyor: İkisi arasındaki temel fark kahverengi yağda “mitokondri” adı verilen enerji üretim organcıklarının beyaz yağa oranla daha fazla olması.
“Mitokondri” denilen minik hücresel organcıklar, hücrelerimize sonradan yerleşmiş “bakteriyel” yapılar. Görevleri “şekeri oksijenle birleştirip yakmak” yani enerji üretmek.
Mitokondriler her hücrede var. Sayıları ortalama 60-80 arasında değişiyor. Bu rakam bazı hücrelerde daha az ya da daha çok olabiliyor. Prensip olarak bir hücre ne kadar aktifse o kadar çok mitokondrisi oluyor. Bedensel faaliyet arttıkça (yani egzersiz alışkanlığı süreğen hale gelip egzersiz yoğunlaştıkça) hücrenin mitokondri sayısı artıyor. Mitokondrilerin içerisinde kızıl kahverengi “demir” maddesi var. Mitokondriden zengin dokuların renginin diğerlerinden -mikroskopla incelendiğinde- daha koyu görünmesinin nedeni bu.
KAHVERENGİ YAĞ ENERJİ YAKIYOR
Kısacası beyaz ve kahverengi yağ dokusu arasındaki temel fark kahverengi pigmentle yüklü mitokondrilerin sayısından kaynaklanıyor. Kahverengi yağ dokusu, mitokondriden çok zengin. Bu nedenle beyaz yağ dokusuna göre daha çok enerji üretip daha çok kalori kullanıyor. Beyaz renkli mitokondriden fakir yağ hücreleri neredeyse “uyurgezer” durumdalar. Çok az enerji kullanıyorlar, yani istirahat ediyor, kalori harcamıyorlar.
Araştırmalar soğuk ortamlarda bırakılan bebeklerde kahverengi yağ denilen bu özel yağ hücrelerinin daha çok enerji ürettiğini göstermiş. Daha sonra aynı durumun laboratuvar ortamındaki fareler için de söz konusu olduğu anlaşılmış. Soğuk ortamda bırakılan farelerde kahverengi yağ hücrelerindeki mitokondriler hemen faaliyete geçip daha çok ısı üretmeye çalıştığı belirlenmiş. Isı üretme faaliyeti arttıkça harcanan kalori miktarı da artıyor. Enteresan nokta şu: Bu fareler soğuk ortamda kaldıkları sürece kahverengi yağ dokusunda fazla miktarda ısı üretme çabası sürdüğünden -yani kalori kaybettiklerinden- fazla yeseler bile kilo almıyor, hatta kilo veriyorlar.
SOĞUK ZAYIFLATIR MI?
Bu mekanizma, yani soğuğun zayıflatıcı etkisi insanlarda işe yarayabilir mi? Bu sorunun yanıtı henüz tam olarak bilinmiyor. Birkaç çalışmada yetişkin insanın vücudunda kalan az miktarda kahverengi yağ dokusunun soğuk ortamlarda kalındığı zaman faaliyete geçip eskiye oranla daha fazla kalori tüketimine yöneldiği gösterilmiş. Kahverengi yağ hücrelerinin soğuğa maruz kaldıklarında kalori sarfiyatlarını ciddi oranda arttırdıkları anlaşılmış. Ama bunlar henüz yeterli bulgular değil. Bunların yeni çalışmalarla desteklenmesi gerekiyor ama şimdilik şu şekilde düşünmemiz mümkün: “Soğuk hava bedenimizdeki kahverengi yağı faal hale getirebileceği için kilo kaybını hızlandırabilir”.
Peki, bu durum pratikte bir işe yarar mı? Sorunun yanıtı şimdilik -maalesef- “hayır” olmalı. Size daha iyi haberler vermek isterdim ama bugün için elimizde kilo kaybını sağlamak bakımından az yiyip çok hareket etmekten başka bir çözüm yolu yok! Kısacası bizim formül hâlâ geçerli: “Kilo vermek istiyorsanız yediklerinizi yarıya indirin ve yaptıklarınızı iki katına çıkarın”.
ANNEMİN KÖFTESİ.! (yiyin..yiyin.. Afiyet olsun..)
Anlaşılan GDO'dan önce başka bir sürü sorunumuz var. Değerli dostlar, ben inşaat mühendisi olmakla birlikte yaklaşık 18 yıldır yemek sektöründeyim. Yemek Sanayici ve İş adamları Derneği başkan yardımcısı, Ankara Sanayi Odası gıda komite üyesiyim.
Bu sürede öğrendiklerimi yazmaya sayfalar yetmez. Ancak birkaç bilgi aktarırsam ne demek istediğim daha iyi anlaşılır. Minimum M2 maksimum verim, olay tamamen budur. "Soya Kıyması" adıyla satılan ürün yağı alınmış soya küspesidir. 25 Kg torbalarda kg fiyatı 1,5 TL civarındadır. Kullanırken ılık suyla ıslatılır 1 kg soya kıyması 3 kg su emer. Yani kullanım fiyatı kg da 50 krş tan aşağı olur. Gerçek etin 20 TL/kg olduğu yerde tabii ki bunu önce sermaye kullanır.
Maret, Pınar vs gibi hazır tıp annemin köftesi gibi köftelerin tamamı soya katkılıdır. Şirin gözükmesi içinde mix kıyma, soya proteini vs. gibi farklı isimlerle ambalaj üzerinde yazılmaktadır. Yani et diye soya küspesi satıp, annemin köftesi gibi aynen diye reklâm yapıyorlar.
BİTMEDİ: Bu soya zımbırtısı granül veya toz halinde, beyaz, açık kahve, koyu kahve, kırmızı, yeşil renkleri vardır. Tadı nötre yakındır. Cevizle karışıp baklavaya, kıymayla karışıp köfteye, unla karışıp ekmeğe,keke vs.ye giriyor.
Marine kuşbaşı diye bir et satılıyor şimdi, normal kuşbaşı etten ucuz. Bir özel kimyasal karışım suyla ete emdiriliyor. % 20 su basılıyor ete, böylece fiyatı ucuzluyor.
Ancak bu tuzlar sizin kalp, şeker, tansiyon vs, rejimlerinize zarar verir mi bilmiyorsunuz. Yemeğe tuz atmıyorsunuz, ama başka tuzları bilmeden yiyorsunuz. Yemek şirketinizin et giriş faturalarında "mix kıyma" ve " marine kuşbaşı " var mı, bir kontrol edin bakalım.
PEYNİR ALTI SUYU TOZU: Adı üstünde, peynir üretiminde kalan su sıcak plakalara püskürtülüyor, buharlaşma sonucu elde edilen toz işte. Nerede kullanılıyor? Peynirli çizi de peynir mi var zannediyorsunuz. Tüm bisküvit ve kek sektörünün birinci sınıf dolgu maddesi. Kg fiyatı 50 krş gibi bişeydi. Yediğiniz bisküvi, kek, kraker vs paketlerin üzerini bir okuyun bakalım içinde şeker ve un dışında tanımadığınız kaç kalem malzeme var.
Bir top keki toptancısı 15 krş a satıyor. Anam-babam usulü un, yumurta ve yağ ile yapsanız 30 krş malzeme maliyeti var, ambalaj, üretici karı, nakliye ve toptancı karı vs eklenince nasıl o fiyata satılabiliyor? Çünkü kek değil kek benzeri kimyasal bir şey alıp yiyoruz. Paketin üzerini okuyun anlarsınız.
Bezelyenin kurusu öğütülüp fıstık süsü verilerek tatlılara konuyor.
Pul biberin, karabiberin, kimyonun vs, kilosu 5 TL'ye satılan sucuklarda gerçek baharat mı var sanki. Bazılarında zaten sucuk benzeri ürün yazıyor.
Bir danadan 25-30 kg sinir çıkıyor. 40 derecede dondurup öğütüyor sinir unu yapıyor sosise basıyorlar. Şarküteri ürünlerine dikkatli bakın. %100 dana diyor, dana eti demiyor, anlayın işte.
Tavukların boyun, taşlık, kanat ucu vs gibi ticari değeri olmayan her yeri kemikleriyle öğütülerek "mekanik kıyma " isimli bişi yapılıyor. Tüm tavuk sucuk ve salamlarında bu var, siz tavukların göğüs etlerinin kıyma yapıldığını sanıyorsanız fena yanıldınız.
Bütün bu işler T.C.Tarım ve köy İşleri Bakanlığı izni ile yapılıyor. Tamamen ve her yönüyle gıda terörünün cenneti olan yurdumuzda izinle bunlar yapılırken siz varın kaçak yapılanları düşünün, Bütün ekmeğe tavuk döner 2 TL, yarısı işkembe, ööööffffffffffff, sıkıldım gene, GDO ne ki o daha yeni fark edildi, devede kulak bile değil. Bunlar işin yemek faslı, daha gıda ambalajları var, koruyucular var vs.
Bu aymazlığa dur demek için bir şeyler yapmalı, birşeyler yapmalı...
Detoks kilo verdirir mi
Gelenek bu yıl da değişmedi, mevsim “detoks zamanı” olunca e-postam şu soruyla doldu: “Detoks kilo verdirir mi?
Aslında soruyu şöyle sormak daha doğru: Toksin yükümüzün artması kilo artışına yol açabilir mi? Ya da kilo vermek detoksa fayda sağlar mı? Hepsi aynı anlama gelmiyor mu diye düşünebilirsiniz. Bence farklı anlamları var, nedenini yazının tamamını okuyunca daha iyi anlayacaksınız.
Kaynağı ne olursa olsun (organik-inorganik bedensel ya da ruhsal olması fark etmiyor) her toksin (özellikle de kimyasal toksinler) bedenimizi yangın yerine çevirebiliyor. Ortaya çıkan yangısal süreçler de bazı sağlık sorunlarını tetikliyor. Bu sorunların sebebi yangısal süreçlerin, tıp dilindeki adıyla inflamasyonların, beden ve ruhun keyfini kaçıracak pek çok olayı başlatmasıdır. Kısacası toksin yükünün artması bir anlamda sağlığın bozulması, bazı sağlık sorunlarının tetiklenmesi anlamına geliyor.
YANGI DEĞİL, YANGIN!
Özellikle kimyasal toksinler bedende bazı yangısal süreçlere sebep oluyor. “Yangı” sözcüğünün tıp dilindeki karşılığı “inflamasyon”. Bu sözcüğün bizim dilimizdeki karşılığı “iltihap”. Ama biz iltihap denince mikroplarla meydana gelen, çoğu zaman ağrı ateş gibi belirtilere yol açan sorunları anlarız. Aslında vücuda yabancı olan her şey bu bazen mikroptur, bazen elinize batan bir kıymık parçasıdır, bazen de vücudunuza yiyecek içecekler ya da soluduğunuza havayla giren yabancı bir moleküldür, iltihabi bir reaksiyona yol açar. Boğaz ağrısına yol açan bir mikrop da, tırnağınıza batan bir kıymık parçası da benzer bedensel yanıt süreçlerini harekete geçirir. Bu süreçlerin bir tek amacı vardır: Vücuda giren bu yabancıyı yok etmek ya da ne yapıp edip vücudun dışına atmak!
Toksinlerin hücrelerle itişip kakışmasında ortaya çıkan süreçler için iltihap yerine yangı sözcüğünü kullanıyoruz. Bu sözcüğü özellikle enfeksiyon dışı nedenlerle ortaya çıkan iltihabi süreçlerde tercih ediyoruz. Bu açıdan baktığınızda yangısal süreçler vücuda giren yabancı maddeleri temizlediği için gerekli, hatta faydalı süreçler gibidir. Ama fotoğrafın bir başka yüzü daha var ki o kısmı oldukça karmaşık! İşte o yüz ve olumsuz sonuçları...
Toksinler artınca bağışıklık bozuluyor
Herhangi bir nedenle vücudumuza giren toksinler, alerjenler ya da şu veya bu kaynaklı stres faktörlerini kontrol altına almaya çalışan yangısal cevaplar, bağışıklık sisteminin dengesini bozabiliyor. Böyle durumlarda bağışıklık sistemi hemen alarm durumuna geçiyor. Sonuçta beden için için tüten bir yangın yerine dönüyor. Eğer yangısal süreç damar sistemine oturmuşsa damarlarımız bozulup sertleşmeye, içinde plaklar oluşmaya başlıyor. Beyin dokusuna yerleşmişse bellek kaybıyla sonuçlanabilen olumsuz neticeler ortaya çıkıyor. Yağ hücrelerine yerleştiği zaman da kilo artışı ya da obeziteye sebep olabiliyor.
İşin kötü yanı bu yangısal süreçler sadece yerleştikleri doku organ ve yapıları değil, vücudun diğer kısımlarını da etkileri altına alabiliyor. Örneğin diş etinizdeki yangısal bir problem (diş eti iltihabı, periodontit) kalp damarlarınızda da iltihabi sorunlara, hatta kalp krizlerine sebep olabiliyor. Ya da Fitalat ve benzeri kimyasal bir madde vücudumuza girince yağ hücrelerinizde oluşturduğu iltihabi reaksiyonlarla kilo süreçlerini tetikleyebiliyor. Yiyeceklere karşı vereceğiniz olumsuz bağışıklık cevapları alerjik reaksiyonlar ya da yiyeceklerin içine karışmış bazı kimyasallarla ilişkili iltihabi yanıtlar vücudunuzun şişmesine metabolik yapınızın bozularak kilo almanıza sebep olabiliyor.
Toksin yükü kilo aldırabiliyor
Olayın muhtemelen bir başka yönü daha var. Fazla kilonun kendisi de zamanla bir toksik faktör haline gelebiliyor. Biz kliniğimizde izlediğimiz kilolu hastaların çoğunda çok güvenilir bir inflamasyon yöntemi olan HsCrp testi yaptırıyoruz ve bu maddenin kan seviyelerini genellikle yüksek buluyoruz. Yani eğer aşırı miktarda yağ biriktiriyorsanız, özellikle karın göbek bölgenizden kilo alıyorsanız, göbeğinizdeki yağ dokusunda başlayan yangın, önce damarlarınıza sonra da vücudunuzun diğer kısımlarına yayılabiliyor.
Anlatmak istediğimiz şey şu: Eğer vücudunuzun toksin yükü artmışsa ve inflamasyon süreçleri yoğunlaşıp bedeniniz yangın yerine dönmüşse kilo almanız kolaylaşacak, vermeniz zorlaşacaktır. İnflamasyon daha fazla yağ birikimine neden olmakta, yağ miktarının artmasıysa inflamasyonu desteklemektedir. Böylece iki ayrı problem kartopu etkisiyle birbirini tahrik edip büyütüyor. Bu süreci tersine çevirmek istiyorsanız fazla yağları yakarak yangını söndürmeniz gerekir. Bu nedenle detoks yapmak kilo kaybına katkı sağlar, fazla kiloları vermekse başlı başına bir detoks etkisi yapar.
Kilo kaybı detoks etkisi yapıyor
İyi planlanmış bir detoks programı vücudunuzda yangısal süreçleri tetikleyen toksinlerden arınmanızı sağlayabilirse doğal olarak kilo vermenize de yardımcı olacaktır. Diğer perspektiften baktığınızdaysa ve doğru beslenerek kaybettiğiniz fazla kilolar da toksinlerden kurtulmanızı ve toksinlere bağlı yangısal süreçleri azaltmanızı destekleyecektir.
Bu nedenle diyet-detoks ilişkisi önemli bir ilişkidir. Diyet yapan toksinlerden, detoks yapanlar da fazla kilolarından kurtulabilir. Yeter ki diyet de, detoks da sağlıklı ölçülerde ve tıbbi kontroller altında yapılsın. İşin lüzumsuz yanlarına (kolonik irrigasyon, oruç detoksları gibi) bulaşılmasın.
Toksin artışının işaretleri neler?
Eğer beden ya da ruhunuzda tolere edebileceğinizden daha fazla toksin birikmişse bazı işaretleri iyi izleyin! Şu işaretler ve sorunlarla sık karşılaşıyorsanız toksin yükünüzün arttığını yangının şiddetlendiğini ve detoks zamanının geldiğini düşünün: Egzama ve benzeri cilt sorunları, döküntüsüz kaşıntılar, sık tekrarlayan aft ve uçuklar, biri bitmeden yenisi başlayan soğuk algınlıkları ve/veya üst solunum yolu enfeksiyonları, halsizlik, bitkinlik, uyku sorunları, baş ağrısı, iştahsızlık ya da aşırı yeme eğilimi, konsantrasyon güçlüğü, öğrenmede zorlanma, unutkanlık, kontrolsüz ve gereksiz tepkiler, öfke kontrolünde bozulma veya depresyon işaretleri, şişkinlik, gaz, kabızlık veya ishal atakları, gastrit, reflü benzeri yakınmalar... Aslında bu belirtileri daha da çoğaltmak mümkün. Mesela toksin yükü arttıkça bağışıklık sistemi alarm durumuna geçebileceğinden otoimmun hastalıklar artabiliyor ya da bu hastalıklar (romatoid artrit, lupus) önceden varsa sık sık alevleniyor. Bellek sorunları olanlarda bellek kaybı hızlanıyor, gıda alerjileri, diş eti enfeksiyonları ve benzeri sorunlar sıklaşıyor. Kısacası başlangıçta için için tüten yangının dumanı yavaş yavaş beden ve ruhun her yanını kaplıyor.
Alkalen besinler daha mı faydalı?
Tamamlayıcı tıp uzmanları asidik gıdalardan zengin beslenmenin, vücudun iç ortam pH'sını alkalen taraftan asidik tarafa doğru kaydırdığını, bu durumun da sağlığı olumsuz yönde etkilediğini düşünüyor. Beden pH'sı asidik tarafa kaydıkça enerji üretiminin azaldığı, hücrelerin kendilerini onarma-tamir etme yeteneğinin düştüğünü, detoks süreçlerinin tıkanıp vücudun toksinlerden arınmada zorlanmaya başladığını, daha da önemlisi kanser hücrelerinin gelişimine ortam hazırladığı belirtiliyorlar. Son yıllarda fazlaca miktarda tüketilen bazı besinler var, onlar da asidik ortamı destekliyor. Özellikle şeker ve şeker katılmış besinler, fruktoz şurubu eklenmiş meşrubatlar, kahve ve beyaz un en çok eleştirilen besinler bu konuda suçlanıyor. Tatlandırıcıların da asidik etkisi olduğu belirtiliyor. Fazla miktarda yağ tüketmenin, erik, kızılcık ve benzeri meyvelerin, süt, peynir ve dondurmanın fazlasının, tereyağının, yer fıstığı ve cevizin, fazla miktarda tüketilen bakliyat grubu yiyeceklerin de asitik ortamı güçlendirdiği yazılıp çiziliyor. Bu fikirde olanlara göre sebzeler alkalen gücü arttırıyor. Meyvelerden elma, armut, karpuz, kavun, kayısı, şeftali, kiraz, hurma, portakal, üzüm, muz alkalen gücü arttıran yiyecekler. Baharatların özellikle kırmızı acı biberin, kekik, nane, tere, tarçın ve zencefilin de alkali pH'yı desteklediği belirtiliyor. Limon asitik bir meyve olsa da alkali ortamı destekliyor. Besin seçimlerinizi yaparken bu bilgiler işinize yarayabilir.
Kiraz DetoksuAyın çekim kuvvetine ve ayın hareketlerine göre tarihi belirlenen bir uygulamayla yapılan detokstan, mistik inançlarda ve dini kitaplarda "13-14 ve 15 oruçları" diye bahsedilmektedir.
Ayın hareketine göre yapılan kiraz diyetinin birincisi, Hicri takvime göre Cemaziyelevvel ayının 27, 28 ve 29'una denk gelen Karanlık Dolunay döneminde yani; Haziran Ayı'nın 11-12 ve 13'ünde uygulanacaktır.
İkinci kiraz detoksu ise Recep ayının 13-14 ve 15. günlerine denk gelen Aydınlık Dolunay döneminde yani; Haziran Ayı'nın 25-26 ve 27'sinde gerçekleştirilecektir.Kozmik Bilim takipçilerinin bu günlerde uygulayacakları program aşağıdaki gibidir:
Sabah
- 3 bardak bitki çayı (Yenilen kirazların sapları da bitki çayının içine katılmalıdır.)- Kilosu 60-70 arasında olanlar 500 gram, 70’ten fazla olanlar ise 1000 gram kiraz tüketmeli.Öğle- 3 bardak bitki çayı (Yenilen kirazların sapları da bitki çayının içine katılmalıdır.)
- Kilosu 60-70 arasında olanlar 500 gram, 70’ten fazla olanlar ise 1000 gram kiraz tüketmeli.Akşam (Gün batımı sonrası)- 3 bardak bitki çayı (Yenilen kirazların sapları da bitki çayının içine katılmalıdır.)
- Kilosu 60-70 arasında olanlar 500 gram, 70’ten fazla olanlar ise 1000 gram kiraz tüketmeli.3 gün boyunca devam eden kiraz detoksunda, her öğünde en az 3 fincan yeşil çay yada muhtelif bitki çayları (biberiye, karabaş, kantaron ve adaçayı) ve PH seviyesi yüksek, kaliteli, alkali sular bolca tüketilmelidir. (En az 1,5 - 2 litre) Bitki çaylarının içine tatlandırıcı olarak sadece çiçek balı kullanılmalıdır.Kiraz seçerken çok tatlı olan Napolyon kirazı yerine, daha doğal sarımtırak, beyaz ve diğer sort küçük kirazlar tercih edilmelidir.ÖNEMLİ BİLGİLER:- Kiraz detoksuna başlamadan 3 gün önce, detoksunu etkisini artırmak amacıyla kırmızı et, kızartma, tavuk eti, konsantre gıda, siyah çay, beyaz ekmek gibi gıdaları tüketmemeye özen gösterilmelidir. İki detoks arasında geçen sürede de bu kurala uyulmalıdır.
- Detoks yapmak isteyenlerin sabahları lavman uygulaması yapması, geceleri ise yatmadan önce 1 tatlı kaşığı zeytinyağı-limon karışımı içmesi tavsiye olunur.
- Lavman uygulamasının doktor kontrolünde yapılması tavsiye olunur.
Kirazın Faydalarıİdrar söktürücü özelliğiyle böbreklerin dostu olan kiraz vücudu zehirli maddelerden temizler. Kiraz ürik asit ve ürat tuzlarının vücuttan atılmasını sağladığı için romatizma ve gut hastalıklarıyla eklem kireçlenmesi ve damar sertliğinin tedavisinde de kullanılması tavsiye edilir. Ayrıca yapısında bulunan kinik asit ile böbreklerin taş ve kum yapmasını önlediği ve varsa zamanla döktüğü, ayrıca safra kesesi taşının dökülmesine de yardımcı olduğu da bilinir.Vücuttaki fazla suyun atılmasıyla, dolaylı olarak zayıflamaya yardımcı olur. Kiraz suyunun yüz ve boyun kısımlarına sürülmesinin deride kırışıklıkları önlediği ve giderdiği de belirtilir.Karaciğerin dostu olan kiraz; hastalıklar, fazla ilaç tüketimi ve zehirlenmeler sonucu zorlanan karaciğerin yükünü hafifleterek iyileşmesine yardım eder. Yapısındaki bol fosforuyla sinirleri kuvvetlendirerek sakinlik sağlar. A vitamini kaynağı karoten içeren kiraz, aynı zamanda gözlerin dostu....
Kiraz Aspirinden Daha Faydalı!
Ordu Üniversitesi Ziraat Fakültesi Bahçe Bitkileri Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Turan Karadeniz, kirazın stresi yok ettiğini, menopoz döneminde faydalı olduğunu söyledi. Kirazın ayrıca damar sertliği ve mafsal kireçlenmesine da faydalı olduğuna dikkat çeken Karadeniz, şöyle konuştu:
"Menopoz döneminde faydalı olmaktadır. Kiraz meyvesi ağrıların dindirilmesinde aspirinden daha fazla etkili oluyor. Araştırıcılar bu etkiyi kirazda bulunan 'antosiyanin' isimli kimyasalın yaptığını bildirmektedir.
Kirazda 12-25 miligram arasında antosiyanin bulunmakta ve bu maddenin ağrı kesici etkisinin aspirinden on kat daha fazla olduğu bildirilmektedir. Araştırıcılara göre, günde 20 kiraz yemek bir aspirin almakla eşdeğer görülüyor. Ayrıca kirazda bulunan antosiyanin maddesi E ve C vitaminlerine benzer antioksidan etki yapmaktadır."
Zayıflamak mı istiyorsun?
Zayıflamak mı istiyorsun sevgili dostum
Hemen mi? Çok mu acelen var?
Tamam tamam heyecanlanma.
Al sana sihirli formül:
1) Az ye
2) Daha çok çalış
3) Ne yap et Nihat Odabaşı’nı bul
Az yemek en çok işe yarayan ama gel gör ki en az tercih edilen yöntemdir. Geçiyorum bunu.
Sen de sevmedin farkındayım.
Çalış derken fiziksel aktiviteden, egzersizden falan bahsetmiyorum tabii ki. Yorar mıyım ben hiç senii. Kıyamaam.
Ama gel gör ki sihirli formül diyorum. E bedava değil tabi bu formül. Elde etmen için çook çalışman lazım çoook.
Çok çalışmakla kast ettiğim, bildiğin çok çalışmak işte. Gerekirse birden fazla işte çalış.
Çalış ki daha çok para kazanasın. Kazan ki memleketin ünlü cerrahları hüüüüp diye yağlarını çeki çekiversin, karnını göbeğini geri geriversin.
Popolar havaya kalksın, memeler tavana baksın. Sarkanlar toplansın. Ciltler gerilsin. Gelsin detoks şurupları, havada uçuşsun cinsini sevdiğim lahana tabletleri.
Ohooo daha bunun 3 günde incelten kremi, 5 günde toparlayan losyonu, 1 haftada seni sen olmaktan çıkaran sözüm ona bitkisel hapları, geceden sabaha yağları yakan bıdı bıdıları var.
Bitmez bu liste.
Ama sen bitersin.
Manen zayıflayacağım diye kudurdukça, madden yokolursun.
Çok çalışman lazım canım dostum çoooook!
Nihat Odabaşı’na gelincee…
Valla adamın objektifinin karşısına bildiğin insan olarak oturuyorsun, ama fotoğraflara baktığında bilemediğin, tanıyamadığın doğa üstü bir gerçeklikle karşı karşıya kalıyorsun.
Tek bir tıkla benim diyen cerrahların başaramadıklarını başarıyor kendisi.
Işık hızıyla inceliyor, geriliyor, toparlanıyorsun.
Yahu sen iste, karnında baklava dilimleri çıkarmazsa ben de Sui değilim.
Onun deklanşöre bastığı an, senin sen olmaktan çıktığın andır.
Hayalini kurduğun karın kasların (baklavaların), dilber dudağın, hanım göbeğin sadece bir deklanşör uzağında.
Kedi gibi baktırsın, vahşi bir aslan gibi kükretsin seni istersen.
Sonra al fotoğrafını eline, göster önüne gelene.
"Valla şekerim gerçek halim ahanda şu resimdekidir. Fekat 3 boyutlu ortam beni olduğumdan kilolu gösteriyor nedense" de. De valla.
Memleketimiz artistine helal olan sana haram mı yani. Utanma, sıkılma. Aynen öyle de.
Ama gel gör ki...
Sui der ki...
Bence sen kudurma yaza ince giricem diye. Porsiyonları küçült yeter. İstenmeyen misafirler, geldikleri gibi gitmeyi de bilirler elbet.
Çıldırma günde 3 saat spor yapıcam diye: Yarım saat orta hızda yürü yeter.
Olmadı merdiven çık. Olmadı koridorda turla. Olmadı dans et. Yap işte bişi canım.
Medet umma sözüm ona bitkisel ilaçlardan, mucize karışımlardan.
Günde minimum 2 litre suyunu iç yeter.
O mucize haplar sayesinde görüp göreceğin hayatının son mucizesi olabilir, aman dikkat!
Elmalı sirkeli tabletler zayıflatıyormuş. Yapma ya! Elma ye gülüm. Olmuyo mu?
Greyfurt bıdı bıdısı tok tutuyormuş. Bir bardak greyfurt sık bi zahmet.
Ananas selülitleri yok ediyormuş öyle mi? E hala bunlara inanıyorsan git ananasın küpüne gir o zaman.
Yahu biz deli miyiz?
Tek derdimiz armudun kirazın kerevizin sapı, üzümün çöpü, lahananın suyu, domatesin çekirdeği, elmanın sirkelisi midir Allah aşkına?
Analarımız da acai üzümüyle mi zayıfladılar?
Bakın şimdi açıklıyorum. Evet evet en klasik cümleyi patlatıcam şimdi.
Tek yol sevgiden geçiyor kardeşim.
Sevin kendinizi, bedeninizi sevin.
Severseniz, iyi bakarsınız ona zaten.
Onun sapı, bunun çöpünden, kredi kartına bilmem kaç ay taksit yapan bıdı bıdı seanslarından medet umacak değiliz.
Kendini seven az yesin. Kendini seven biraz daha çok hareket etsin.
Kendini seven sağlıklı beslensin.
Kendini seversen güzelleşirsin. Gözünden fışkıran ışık bile yeter cildini parlatmaya.
Bugünden yarına zayıflayacağım diye kendini paralamaya, yaz geliyor diye kudurmaya gerek yok.
Aceleye gerek yok.
Formül belli.
Tempo belli.
Enerjimizi kanalize edebileceğimiz çooook yer var bizim.
Bütün enerjimi katlanan göbeğime, mememin ucuna, popomun rotasına veremem.
Sadece ve sadece sağlıklı olmak ve sağlıklı yaşamak adına, zaten yapıyor olmam gerekeni yaparım o kadar.
Medyanın bombardımanına, ideal kadın balonlamalarına, anoreksik manken pompalamalarına zaman harcayamam.
Birilerinin bana kendimi "çirkin" hissettirerek, benim göbeğim, baldırım selülitim üzerinden para kazanmasına izin veremem.
İşim gücüm var benim.
Bu yaz da erkekler koşsunlar güzellik salonlarına. Ne o göbekler öyle?
Oturduğunuz yerden kadınların selülitlerini saymak kolay tabi. Oh ne ala!
Biraz da ‘’ beyler ekran başına, yaza ince girmenin sırları azzz sonraaa’’ anonsları dönsün televizyonlarda.
Paralayıp dursunlar kendilerini Kıvanç gibi olucam, Kenan gibi bakıcam diye.
Brad Pitt tonunu tuttursunlar saçlarında. Kuaför kuaför dolaşsınlar.
Bu sene plajlarda gözümüz üzerinizde olacak beyler ona göre!
Bakın buradan söylüyorum: Bakımsız erkeğe acımam bu yaz! Madara ederim.
Şişkoyum Şişkosun Şişko ©2008 Blog Designed by Cebong Ipiet